Geçtiğimiz Eylül' ün ortalarında ne zamandır planladığımız şu road tripi bir yapalım dedik. Etraf sessiz, oteller ucuz olur kafa dinleriz gezeriz diye yola koyulmaya karar verdik. Tabi ben son dakikaya kadar Savaş ya da Kaç' ın Kaç penceresinde sallandım durdum. Sen aylarca hayalini kur sonra beynin oyun oynasın yok ya. Toparladık eşyaları, arka koltuğu çarşamba pazarına çevirdik. Yanına da iliştiriverdiler beni eşantiyon gibi.
|
Bezin istasyonu aesthetic |
Böyle benzin istasyonları valla bana estetik geliyor. Normalde doğaya tabi kullanırım bu kelimeyi ama efendime söyleyeyim bir liminal spacelik olsun, hiçliğin ortası olsun. İlgimi çekiyor böyle sessiz yerler. Kahveleri, çubukları falan doldurduk arabaya çıktık yola. Tabi ben kendi flashımı kendim doldurdum darladıkça darladım milleti şunu dinleyelim bunu dinleyelim yine. (Sıkıldım deep house ve elektronik dinlemekten napayım. Bastım Küba müzikleri, 2000'ler yabancı, 80'ler disco ve türkü falan. tam bir kültür karmaşası.) Gün ışıyana kadar kendime gelemedim tabi.
Ta ki dağları tepeleri vadileri aşana kadar. Epik fantastik bir aleme giriş yapıyormuş gibi hissettim. Tek fark atmosferin fazla aydınlık olmasıydı. Aralarda bol bol Oxygenlerde duruldu, ıvır zıvırlar, takılar, anahtarlıklar alındı ihtiyaç molaları verildi. Gitgide keyif almaya başladım.
İtiraf etmem gereken bir huy var bende. Arsa fiyatları. Evet evet baya dümdüz arsa ve tarla fiyatlarına takıntılıyım ben. Abartısız geçtiğimiz her şehir ve ilçenin yanında hop açıyorum sarı siteyi. Aha diyorum "burası ucuz". "Vay" diyorum "bak bizim oradan daha pahalı". "zeytinlik mi alsak ya". " Çek sağa çek nolur fethedelim şuraları da az izole yaşayalım". Neredeyse yolun yarısını gözümü kırpmadan yeşilliklere bakarak, diğer yarısını da metrekare başına kaç bin lira istiyorlar ona bakarak geçirdim. Sıyrıldım bir noktada tabi bundan. Bu sefer haritacılık görevini üstlendim. Yer yön duygum kendimce iyi ama baktılar en uzun yolları seçip bunları oyalıyorum daha çok yer görelim diye. hemen indirdiler tahtımdan. Manisa, İzmir Selçuk derken ilk durağımız Efes' e vardık.
Benim ikinci gidişim aşinayım tabi. Tur rehberi gibi geziyorum ortada. Müzekart uygulamasıyla giriş yaptım bu arada. Telefona indirip karekod okutarak geçiyorsunuz turnikelerden. Ama benden bir tavsiye nolur nolmaz Edevlet uygulamasını da indir sevgili okuyucu. Benim karekodu okumadığı için telefonu kıracak seviyeye geldim. Sonra edevletten karekod oluşturtup öyle aldılar içeri. Biz cebelleşirken turist ablalar abiler doluştu iyice kalabalıklaştı içerisi. Böyle ortamların etkisi sessizken çıkar ya baktık olmuyor Kral yolu boyunca geyik yaparak dolaştık. Nasıl bir kentmiş burası, yaşasaydık nasıl olurdu diye diye diğer kapıya kadar gittik. Büyük amfi tiyatro restorasyondaydı. (İyi ki daha önce hopidik hopidik gezerken orayı keşfetmişim üzülürdüm yoksa)
Neyse efendim biraz soluklandık dedik ne yapsak? Başta bir İzmir merkeze dönelim olmadı yukarı doğru çıkar Ayvalık Çanakkale falan rota çizeriz diyorduk ki arkadaş Kuşadası fikrini attı ortaya. Ben de gitmemişim daha önce tabi hemen otel aramaya koyuldum. Marko Paşa diye keyifli bir otel buldum. Her yeri cıvıl cıvıl rengarenk çiçekli çılgın bir yer. Kahvaltısı da güzeldi. Sezon dışı gittiğimiz için ucuza tutmuş olduk. (galiba 1500 - 1800 aralığındaydı)
Üst baş değiş dinlen falan derken kurtlandık yine duramadık. Daha havanın kararmasına da çok var dedik Davutlar plajına gidelim. Giydik mayoları içimize hop attık kendimizi koca sahile. Karadeniz'e gelmiş gibi hissettim rüzgardan ve dalgalardan. Yani Dilek Yarımadasını görmesem gerçekten Egede olduğumun ayırdına varamayacağım. Su sıcaktı ama mis gibi yürüdüm kumsalı kendimi artist zannederek, uzaklara dalarak falan. Fakat baktık yüzülecek gibi değil koyduk sandalyeleri serdik örtüleri müzik dinleyip sessizce denizi izlemeye koyulduk.
Kindle' ı da götürdüydüm yanımda. Fakat 1 öykü kitabını bile bitiremedim. Sanırım o an Behçet Çelik'in Düğün Birahanesi kitabını okuyordum. Atmosferi tatlı, kitap da uydu yuvarlanıp gittim bir şekilde.
Gece de gidip mezgit yiyelim diye anlaşıp sahile indik. Fazla kalabalık değildi bol bol yürüyüş yaptık. Yani bir dana devirip yeseydik onu bile yakmış olurduk yürürken. Ivır zıvır almak için dükkanlarda gözüm tabi. Ama fiyatlar euro. Sayfiye yeri olup olmaması beni ilgilendirmez. Hiç sevmem bu durumu o yüzden vazgeçtim.. Hepimiz birbirimize bakıp şöyle bir noluyor ya dedik. Kuşadası'nı Antalya'ya benzettik. Yabancı bir ülkeye değil bak yine kendi ülkemizdeki başka bir memlekete. Tadımız hafif kaçık gittik bir kaç midye yiyip yavaştan otele doğru çekildik.
Yolu yavaştan yukarı kırmamız lazım daha da aşağı inersek uzattıkça uzatacağız. Tabi ben araba kullanma hakkımı saldım çünkü dikkat eksikliği ve anksiyete çok yoğun. İlacım da yok o yüzden arka koltuk cadısı olarak devam ettim yolculuğa. Neyse efendim dedik İzmir'e doğru uçuşa geçelim. Zaten kuduruyorum 3 4 senedir gitmemişim.
Kordonda hala bir önceki facianın izleri vardı birkaç tane ölü balık ve kötü koku. Hatırladığım İzmir gibi değildi çok. Uzun bir yürüyüş yaptık, Kemeraltı çarşısında Rumeli'ye gidip orda da mezgitleri mideye indirdik deniz kıyısına inmeden önce. Baktım bizimkiler huzursuzlanıyor. Benim sahaf gezme planları yalan oldu tabi. Yer mi Anadolu kızı yemeezz. Tuttum bunları sürükledim Sevgi Yolu'na. Arabayı belediyenin katlı otoparkına bırakmıştık. Hazır geri döneceğiz zaten diye çekeleyerek götürdüm bunları (Fazla direnemediler çünkü benimle başa çıkmaları için çok sağlam argümanları olmaları lazım. Bir başladım mı konuşmaya aboov düşman başına susturamazlar) Kitap bakarım umuduyla gidip kendime kolye bileklik vb toparlayıp çıktım sokaktan.
Tabi ki yetmediği için bir de ışıklı kar küresi aldım Kemeraltında bir dükkandan. Oynaya oynaya yola koyulduk tekrar. Sonraki rotamız Ayvalık.
Tatli bir akşamüstü düştük buraya. Ben yine ilçeye yaklaşırken arsa fiyatlarını taradım tabi telefondan. (guilty pleasure sayılmaz artık ya alıştın bana bence) Mis gibi kokuyordu deniz. Hafif serin bir rüzgar var. Minik adacıklar efsane görünüyor. Kendimi Assassin's Creed Odyssey oyununun içinde hissettim. Atım olsa keşke diye aklımdan geçirirken hava iyice kararmaya başladı. Merkeze uzak bir otel bulup attık hemen kendimizi. Ertesi gün dolaşmak için enerji depoladık davul gibi olmuş bacaklarımıza.
|
Taksiyarhis Kilisesi |
Masal diyarı gibi geldi bana. Dar sokakları bir önceki gece otel ararken yanlışlıkla deneyimlemiştik. Arabayı merkezi bir yerde bırakmak en doğrusuymuş. hangi sokakta araç geçişine izin var hangisinde yok anlaması biraz güç oluyor ilk defa geldiyseniz. Sabah erkencik kalkıp ayvalık tostlarımızı yedikten sonra ara sokakları gezdik. Oturduk muhallebi + gazoz yaptık. Taksiyarhis kilisesini ziyaret ettik. Pastel renkleri, kokusu, sakinliği o kadar büyüleyiciydi ki çok oyalandık içinde. Baktılar bunlar beni koparamıyorlar akşama kadar oturup kalacağım burada, Rahmi Koç müzesini de ziyaret ettikten sonra Şeytan sofrasına çıkma kararı verildi. Asıl nefesimi kesen manzaranın orası olduğunu bilmeden kös kös oturdum arabaya.
Bir insanın dibinin magmaya kadar düşmesi böyle bir şeymiş. İşte dedim şimdi görüyorum anlıyorum. İyi ki fazla kalabalık değildi. Bir köşede dikilip manzarayı izlerken, zihinsel bir meditasyon dinginliği yaşadım dilediğim kadar. Sonra ne yaptın derseniz açık ağızlarımızı saatler sonra kapatma vaktimizin geldiğini anlayıp yeni rota çizdik. Magnetlerimizi satın alıp Çanakkaleye doğru yola koyulduk
Geyikli'ye gidelim oradan adalara geçeriz diye ısrar etmeme rağmen arada kaynadı ve yavaştan Güzelyalı ilçesine doğru yol aldığımızı fark ettim. Yorgunluktan mı yoksa "tekrar geleceğim ve görmediğim bazı yerler kalsın istiyorum" düşüncesinden mi bilmiyorum bu sefer ses etmedim. Troya Tusan diye yeni bir otel bulduk ve yola çıktık. Ağaçların altında, tertemiz ve yine sezon dışılığın kaymağını yiyeceğimiz hoş bir yere vardık.
Hava bozduğu için kendimi şanslı saydım çünkü denize girmeye çok üşeniyordum. Gir çık kurulan koştur koştur otele dön duş al hazırlan tekrar çık falan. Çok da deniz insanı olmadığım için üşeniyorum açıkçası. Tatlı bir akşam geçirdik. Özellikle restoran kısmı o kadar "90'ların yazlık siteleri" havası veriyordu ki, öyle bir çocukluk geçirmemiş olsam da nasıl bir şeyi özleyebileceğimi anladım. Havuz başında çaylarımızı da içip çene çaldıktan sonra en başından beri gitmek için sabırsızlandığım yer olan Çanakkale merkeze doğru yol almaya başladık ertesi gün. Buraya da 2.gelişim ama yeninden keşfediyormuş gibi bir sabırsızlanma durumum söz konusu oldu.
Yukarıdaki fotoları biraz karışık attım. Merkez sahile indikten sonra aslında bir peynir helvası tatsak iyi olur diye içerilere dalmıştık. Şekerimiz nasıl düştüyse 2 koca tabağa 3 kişi çekirge gibi üşüşmüşüz. Baktık kafalar dönmeye başladı tansiyonlar şekerler yükseliyor, denizcilik müzesine doğru yol aldık. Bu arada kalenin içindeki müzeyi açmışlar ve efsane olmuş. Hem eserler açısından hem de büyüklük açısından tatmin ediciydi. Denizaltı da açıktı ona da girdik. Daha önce İzmir İnciraltındaki denizaltını gezmiştim. Demek klostrofobim biraz şımarıkmış benim. Çanakkaledeki denizaltına da "aha çok eğlenceli" diyerek en önden indim. Hüzünleri Gelibolu'na saklamam gerekiyordu şimdiden ağlarsam orada kimse tutamazdı çünkü.
Dönüş yoluna geçmiştik artık. Arabalı vapurla Kilitbahir tarafına geçip Gelibolu yarımadasını turlamaya koyulduk.
Tabyalar çok sessizdi. Rüzgarlı ama sessiz. Fırtınadan geriye kalmış gibiydiler. Öncesi olsaydı bir gerginlik olurdu sanki. Vicdan azabı çektirecek kadar sakin ve huzurluydu. Şehitlik de aynı şekilde. Az kişinin olması da değil mevzu. Yine insanlar vardı ama ağız birliği edilmiş bir saygıdan mütevellit olduğunu düşündüm. Yıllar önce ilk geldiğimde uzunca bir süre ağlamıştım çok iyi hatırlıyorum. bu gelişimde kılımı kıpırdatamadım. Konuşamadım. Sadece yürüdüm ve sustum. Köyleri gezdik, kaleleri dolaştık, şehitlikten etrafı izledik. Sanırım orman yangınından 2 hafta sonrasında varmıştık Geliboluya. Atatürk' ün gözetleme yerine kadar olan kısım komple yanmıştı. Hala acı bir yanık kokusu vardı. Ne diyebilirim ki susmaktan başka..
Tekrar tekrar gelmeye ant içtiğim yerlerden biriydi geldim gördüm ama tekrar geleceğim.
Keyifli bir yolculuktu. Aralıksız, es vermeden, koşuşturmacalı ama keyifli. Eve dönünce bir hafta ağladım "Egeye bırakın beniiiii nolur gideyimm." Emeklilik gibi bir hayalim olmadığı için ne kadar erken o kadar iyi diyerek hala sarı sitelerde arsa fiyatlarına bakıyorum. Uslanmam ben ya valla uslanmam.
Buraya kadar sabrettiysen çok öpüyorum baş tacısın canım okuyucu :*
Merhabalar uzun bir aradan sonra tekrardan blog yazmaya geri döndüm. Seni de yeni keşfettim güzel bir blog :) Birde resimlerin hepsi sana mı ait ? Çok güzel kareler var :D
YanıtlaSilevet bana ait teşekkür ederim hoşgeldin :)
SilBir ziyarete diye gelmiştim fazla vaktim yokken. Ama bu dolu dolu temiz hava, mavi gök kokan yazıyı hakkıyla okumak için vakitlice, elimde kahvem tekrar geleyim :)
YanıtlaSilÇok teşekkür ederim iyi ki geldiniz yine beklerim ^_^
SilMerhabalar.
YanıtlaSilSayfanızı ziyarete geldiğim de, sayfanızın sol tarafında paylaşımların yer aldığı ana bölüm ile sağ sidebar dediğimiz sağ kolon bir hayli geniş ayarlandığı için sayfanız ekrana tam sığmadığı için; okuyucularınız, kaydırma çubuklarını kullanmak zorunda kalıyorlardır. Siz zaten Blogger'in içindeki temalardan birini kullandığınız için sayfa genişlik ayarını yapmanız çok kolay.
Blogger'in kumanda panelinde iken (ayarlar,yayınlar vs.) Sol menüden "Tema"yı seçin. Ekrana gelen pencereden "özelleştir"i tıklayın, ve sol tarafta oluşan satırlardan "Düzen" , "Genişlikleri ayarla" komutlarını kullanarak, sayfanızı ekrana sığacak şekilde ayarlayıp, kaydedin.
Paylaşımınızı okumak için tekrar geleceim.
Selam ve saygılarımla.
Aa çok değerli bir bilgi çok teşekkür ederim. Bilgisayar ekranım curved geniş monitör olduğu için algılamakta çok zorlanıyordum. Hemen el atayım. Hoşgeldiniz bu arada ^_^
SilBen okurken yoruldum.
YanıtlaSilAy çok yoruldum 😂😂😂😂
Nasıl bir zamanın kıymetini bilip hakkını veren gezi gözlem ve anlatış olmuş, yazı bitince bi baktım dibinde başka bir şeyler daha var mı diye ... Ama ne Efes ne o muhteşem sahil ne bir daha gideceğim deyip gittiğin ve yine gideceğin güzel yer ; o korkunç flash müzik karmaşası kaldı aklımda 🤣😂 keşke dinleyebilseydim çok eğlenirmişim.
İyi bir yol arkadaşı olduğuna karar verdim.
Çok güzeldi..sevgiler
Aahahahah çok eğlendim yorumunuzu okurken :)) Gerçekten ben yazıyı yazıp direkt çıkış yaptım blogtan. Tekrar okumaya tahammül edemedim ama silmek de gelmedi içimden. Ama flash iyiydi ya, başkalarına bıraksam dıptıs dıptıs kafamı ağrıtacaklardı :)) Teşekkür ederim güzel yorumunuz için ^_^
SilNe tatlı ne samimi bir gezi yazısı olmuş, bayıldım ! Arsa konusundaki görüş ve düşüncelerinizi aynen paylaşıyorum. Kafamda sürekli hesap kitap yapan bir muhasebeci var bu konuda :)) Bu keyifli yazı için çok teşekkürler, sevgiler :)
YanıtlaSilÇok teşekkür ederim değerli yorumunuz için ^_^ Kesinlikle arsa ve ev fiyatlarını incelemek bağımlılık yapıyor. Ben biraz azaltmaya çalışıyorum ama başarılı olamıyorum :))
Sil