Babil - (R. F. Kuang) - Dark Academia

 

Hazır mısınız? Dark Academia belasına giriş yapıyorum. Aslında Dark Academia (Karanlık Akademi); bir alt kültür ve internet estetiği olarak tanımlanıyor. Yüksek öğrenim, sanat, literatür gibi kavramların idealize edilmesi ve yüceltilmesi durumuna dönmüş durumda. Üniversite koridorlarında çokça oyalanmış birisi olarak ben de etkilendim ister istemez. 

Hatta yanlış yorumladığım da oldu çoğu kez. Bitkinlikten gözlerimin altında mor halkalar oluşunca kafamdaki "estetik" halinin yok olduğu anları göz önüne alırsak, uzaktan hoş ama içine girince bir hayli yorucu olan bir şey. Mola verip tekrar geri dönmüş bir birey olarak heyecanlandım ve etkilendim. Tabi ki şatolar ve kuleler yerine dershane sıralarıyla yaşadık o dönemi ama iyi ki yaşamışım diyorum.

Hazırsak çat diye giriş yapıyorum.

Oxford' un derinliklerine dalıyoruz. Babil' e. Dünyaca ünlü Kraliyet Çeviri Enstitüsüne farklı ülkelerden yetiştirilmek üzere çevirmenler getirildiğini düşünün. Pek çoğu küçük yaşta Britanya'ya ayak basmış. Burada öğrendikleri farklı dillerle ve bizzat kendi ana dilleriyle çeşitli çeviriler yapıyorlar ve bazı sihirli noktalara dokunuyorlar. Aynı zamanda gümüş işlemenin de merkezi olan Babil kulesi, Oxford kasabasının tam ortasında karşımızda beliriyor. 

** Yorum Baloncuğum ** 

Güncel Hayatlaması

Şu an Adamlar'ın yeni albümünü dinleyip ritim tutarak yazıyorum bu satırları. Belki sadece yazasım vardır belki de lodos fırtınasından sonra fena soğudu hava, onun mutluluğu sebebiyle yazıyorumdur bilemedim. Fakat bu kadar uzun cümlenin ne gereği vardı şimdi ona da emin değilim. Hayat güncellemesi vereyim bari hazır buraya kadar gelmişken bir kivili oralet içmeden gitmek olmaz.

Önce fenasından başlayayım sonra yavaş yavaş aydınlatırız ortalığı. 

Şu OKB belasından var ya nefret ediyorum. Hayır takıntılar öyle yoğun raddeye geliyor ki bazen mantık falan hak getire. Örneğin pandemiden sonra yükselişe geçen temizlik takıntısı. Ama öyle el yıkamalı, süpürmeli, silmeli falan değil. Benimkisi tuvalet baya baya bildiğin klozet takıntısı işte. Aile üyelerinden (erkek) birisi girdikten sonra, deli gibi temizlemeden kullanamıyorum. "Ay bir şey mi vardı, of bir şey mi bulaştı" diyerek kendimi sürekli bir şey olmadığına ikna etmeye çalışıyorum. Sırayla gözden geçiriyorum rutinlerimi. 

Belirlediğim temizlik sırasına ters bir şey yaptım mı eyvah eyvah. Sar başa. Baya azalttım ama şükür. Düşünceler aklıma gelince hiçbir şey yapmadan öylece bakıyorum. He valla. Öylece izliyorum tepki vermiyorum, karşıt düşünce oluşturmuyorum.  Çoğu zaman çalışıyor. İşin garibi erkek bireylerle konuşunca da anlıyorum onlar da temizlik konusunda takıntılı. "Demek normali buydu ve ben unutmuşum" deyip daha çok düzelme gösterdim.

Şimdi aydınlığa doğru hayatı güncellemeye devam ediyorum. 

Aydınlık dediysem mecazi tabi. Neden? Çünkü Dark Academia türünde roman okumaya başladım. Demiştim ya geçen "Yine taksitle kitap aldım ühüü" diye. Şimdi diyorum ki koyver gitsin be ya. Babil kitabını okudum bitirdim ve bu türü sevdiğimi fark ettim. 

Şüpheli Şeylerin Keşfi - (Bihter Sabanoğlu)

 

İstanbul'u gezmek nasıl bir his benim gözümde biliyor musunuz? Her an başınıza bir şey gelecekmiş gibi tedirgin hissederken, aklınızdaki yaşanmışlıklara kayıtsız kalarak bunu görmezden gelmeyi öğreniyorsunuz. Belki yıllardır insanların burada hayata tutunmasının sebebi bu karmaşa ve keşmekeştir. Hayalle gerçek, iyiyle kötü birbirine karışıyor. Bazen durağan bazen de aniden yükselen, ilginç bir senfoni dinliyor gibi hissediyorsunuz. Bu halin gri mi yoksa renkli mi olacağı tamamen sizin elinizde.

Türk yazarları keşfetmeyi çok seviyorum. Özellikle kendimi çıkmazda hissedince, evime dönmenin yolunu arıyor gibiyim. Anlattıkları mekanlar, yaşadıkları ruh halleri, içinde bulunduğumuz kültürden mütevellit; bir tanışıklık hissi uyandırıyor. 

** Yorum Baloncuğum **

Ayla ve Edhem' in hikayesini anlatan, hafif karanlık atmosfere sahip, İstanbul'u; Roma ve Bizans eserleri arasında dolaşarak geçireceğiniz güzel bir roman bu. Tesadüf gibi görünen bir karşılaşma belki de çok eski bir tanışma hali.. Yanlış anlaşılmasın bir aşk hikayesi değil bu. Kendini bulma, keşfetme, hatırlama ve özümseme hikayesi. Bende tam olarak uyandırdığı hisler böyle. 

Tanıtım yazısı eklemiyorum bu sefer. Yorum baloncuğu olarak hislerimi bırakıp kaçmak istedim. Havanın rengine, rüzgara ve kara aldırış etmeden İstanbul'da gezinmek, kendi hikayesini keşfetmeye çalışan bir kadının, hafif karamsar ruhuna eşlik etmek ve bambaşka bir atmosferde ilerlemek istiyorsanız, naçizane tavsiyemdir.


İyi okumalar :*



Anadolu'da Zaman Başka Akar

 Yüzünü göstermeden, mesafeni aşmadan, fazla yüz göz olmadan, "Buradayım! İşte beni görün buradayım!" diye bağırmadan; iş yapamayanlar diyarına hoş geldiniz. Okurken, yürürken, yazarken, düşünürken, beğenirken hatta nefes alıp verirken kendimizin çığırtkanı olmadığımız sürece, boşmuş gibi geliyor. Bu -gibi gelenler- tek bana değil çoğumuza.. 

Sistem ve toplum içe dönük tipleri sevmez. Zaten en başından yanlış anlayıp "içe kapanık" olarak yaftalar. Sürekli -içindeki potansiyeli herkese göstermelisin, adeta potansiyel kusmalısın- diyerek seni dışa dönük olmaya zorlar. Aksi takdirde ekmek yoktur. Bir yandan hak verirsin. " Doğru aslında görünmezsem nasıl hayatta kalacağım ki?". Öte yandan -az görünerek- hayatta kalmanın yollarını da keşfettiğin an, tıkarlar. 

Sürekli kendi kimliğin ve kişiliğinin aksi davranmaya itilirsin. Tasarım yaparsın bağırman gerekir, el işi yaparsın bağırman gerekir. Giyinirsin bağırman gerekir. Soyunursun bağırman gerekir. Her şeyin sesi o kadar açık ki bir MUTE tuşu ararsın. Doğaya kaçarsın, dinlenirsin. Geri döndüğünde yine aynı şeylere maruz kalıp hayal kırıklığına katmanlar eklersin. Kısa aralıklar da tatmin etmez.

Bir türlü o "Ayakları üstünde duran güçlü insan" imajını çizemezsin. Şansı yaver gitmemiş, hali hazırda 1-0 geride başladığın hayat, tekrar söylenmeye başlar. "Güç senin elinde, demek ki yeterince istemiyorsun".  

Bad Girlfriend - (Kore Drama)

 Peki bu da blogun ilk dizi yazısı olsun mu? Bence olsun çünkü nadiren dizi-film işine dalabiliyorum. Dikkatim çabuk dağıldığı için (niyeyse kitaplarda öyle değil, çözemedim) odaklanma konusunda zorluk çeker halde buluyorum kendimi bazen. Ee tabi dönem dönem yaşadığım kırılma anlarında da üstüme bol bol youtube videosu ve diziler atarken buluyorum kendimi. 

Battaniye altında sıcak çikolata içip keyif yapma evresine henüz geçiş yapamadım ama yine de izlerken keyif aldığım, yer yer " Acaba mı olabilir mi lan " diye sorguladığım, sonra " kendine gel saçmalama " diye kendimi durdurduğum bir mini diziyle karşınızdayım.

**Dizi Tanıtım**

" Dizi, sevdiği biriyle çıkma arzusuna sadık olan Ji Soo'nun etrafında dönmektedir. İş yerinde kendisinden üstte olan Tae Oh ile, dışarıda ise neşeli bir genç adam olan Ji Ho ile çıkmaktadır. Ancak Ji Ho, Ji Soo'nun şirketinde çalışmaya başladığında Ji Soo'nun mükemmel gibi görünen günlük hayatı çökmeye başlar. Ji Soo tüm bunlarla başa etmeye ve iki ayaklı ilişkisini sürdürmeye çalışır."

**Yorum Baloncuğum**

Dizide kızımız "kalbinin sesini dinleme işine" biraz kendini kaptırmış birisi. Aynı anda 2 erkeğe aşık oluyor ve ikisini de elde ediyor. Fakat bunu daha masum bir yerden yapıyor gibi. Yani izlerken empati kurmak ve eleştirmek arasında kalıyorsunuz. 'Sinsice iki erkeği idare etme' durumundan ziyade, "aklını bir kenara koyup kalbinin peşinden koşuyor" diye yorumlanabilir (belki). 

Hayatındaki erkeklerden biri; kendi işyerinden müdürü, diğeri; kafede çalışan ve aynı zamanda tasarımla ilgilenen bir genç. Tabi ki işin içine biraz da hareketli drama sosu eklenmesi için umulmadık gelişmeler. Bazı sahnelerde "Nasıl yani" dedirtiyor. Bu soruyu sorarken kendimi kahkaha atar halde bulduğum oldu. Yorumlarken kararsız kaldığım ama izlerken keyif aldığım farklı bir senaryosu vardı.

Sanki bir şans verilebilir çıtır çerez bir izlemeye ihtiyaç varsa. Buraya kadar bile okuduysan sabrına selamet tatlı okuyucum :*


Çağdaş Sanatın Sahterkalığı - (Avelina Lesper)

Geçenlerde bir habere denk geldim tam o sırada arkadaşla konuşuyorduk. Sitenin linkini istedi, attım. "Hollanda'da müze çalışanı, bira kutusu şeklindeki sanat eserini yanlışlıkla çöpe attı." Başlık hemen ilgimi çekti. Hayır hayır mevzunun nostalji bağımlılığım ve geleneksel sanatlara dair yaptığım okumalarla, çok da bireysel bir bağı yok. 

Haberi sesli bir şekilde birlikte okuduk ve birden gülmeye başladık. Kendisi iş sahası konusunda ilerilerde. İstanbul'da sanat camiasının tam içinde ve tiyatrosundan sinemasına kadar çok fazla iş yapıyor. Haberi özellikle onunla birlikte yorumlamak istedim çünkü hem o çevrenin güncel fikirlerini bana iletebilecekti hem de okullu-alaylı karışık bir kimlik olduğu için konuya daha fazla hakimdi. 

Ben her ne kadar geleneksel sanat ve resimlerle ilgili araştırmalarımı artırmaya çalışsam da bir noktada durmak zorunda kalıyorum çünkü lebi derya bir alan. Konunun üstüne detaylı konuştuktan sonra bana bir kitap önereceğini söyledi. Tavsiyesine uydum, aldım okudum, bolca cümlelerin altını çiziktirdim ve yorumumu naçizane aktarmaya geldim.

** Yorum Baloncuğum**

Avelina Lesper Meksikalı tarihçi, sanat eleştirmeni ve yazar. Modern sanat eleştirileri hatırı sayılı bir kitleye ulaşmış durumda. Gerek röportajları gerek yazdığı eleştiri yazıları ile, bu camiayı deyim yerindeyse eline aldığı incelikli bir sopayla dürtüyor. Eğer geleneksel ya da modern hiç fark etmez sanata ilginiz varsa, farklı bir bakış açısına ihtiyaç duyabilirsiniz. 

Bu konuda kesinlikle Tellekt yayınlarından çıkan Çağdaş Sanatın Sahtekarlığı kitabını öneriyorum. Benim için ufuk açıcı ve yer yer duygularıma tercüman olan bir kalem oldu kendisi. İçinden bazı alıntılar yaparak biraz daha detaya girmek istiyorum:

Yeni Çağ - Eski Kafa

 

Birkaç zamandır teknolojinin -gereksiz bir hızla- gelişimi konusunda hem rahatsız olup hem de nimetlerinden faydalanmak durumunda olduğumuzu konuşuyoruz (Ya da bazı noktalarda mecbur bırakıldığımızın) Tamam bireysel olarak yapabileceğimiz şeyler sınırlı ama mantık süzgeçlerimiz sayesinde; faydasını maksimum, zararını minimuma indirebildiğimiz gerçeği de iç ferahlatıcı. Aslında böyle bir girizgah yapmamın sebebi de konuyu daha basit bir noktaya getirip bırakmak.

Değişen çağ, ahlak anlayışı burada tam olarak deşeceğim konular değil ama kesinlikle ucundan dokunacak. Kafa karışıklığı yaşayan bir kız arkadaşla yaptığımız akşamüstü sohbeti, beni de pek çok soruya daldırdı gitti. Tek eşlilikle ilgili yaşadığı sorunu anlattı. Daha doğrusu kendisine yaşatılan sorunu.. "Dur bakayım altından ne gibi çözümlemeler çıkacak" diye bir süre sessizce dinledim.

Uzun yıllardır beraber olduğu partnerinin sosyal medyadan başka hatun kişileri takibe aldığını söyledi. Şöyle bir düşündüm; yeni normal olarak sayılabilecek " başka kişileri takip etme eylemi neden rahatsız etti acaba " diye. 

" Bazen refleks olarak, bizi etkileyen kişileri takip ederiz ve yaptıkları işlerin arasında, kendisini de paylaşıyor olmasını göz ardı ederiz" diye cevap verdiğim an tekrar söze girdi: 

Dikenlerin Büyüsü - (Margaret Rogerson)

 

Blogun ilk kitap yorumuyla dalış yapıyorum sevgili okuyucu. Önce bir kaç soru sormam lazım tabi.

Kendine ait dünyası ve haritası olan, büyülü kitapları, kütüphaneleri, güçlü ve inatçı bir kadın karakteri, hem normal insanlara hem de sihirzadelere yer verilmiş bir dünyası olan alemlere girmek ister misin? cevabın evet ise bu kitap tam sana göre. 

Tanıtım Yazısı

" Elisabeth, Güneyrüzgarı Krallığı'ndaki Büyük Yazdüşü Kütüphanesi'nde çocukluğundan beri bu zihniyetle yetiştirilmiştir. Raflarda fısıldayan ve demir zincirlere vurulmuş kara büyü kitaplarının arasında yaşarken bu kitapların mürekkepten oluşan korkunç canavarlara dönüşebileceğinin farkındadır. Bu yüzden çıraklık mertebesinden muhafızlığa yükselip krallığı bu korkunç güçten korumayı kendine amaç edinmiştir. 

Kütüphanede meydana gelen bir saldırı, en tehlikeli kara büyü kitaplarından birinin zincirlerini koparmasına yol açar. Elisabeth bir anda kendini büyücü Nathaniel Thorn ve onun gizemli iblisi Silas'la yüzyıllardır süregelen karanlık bir planın tam ortasında bulur. Büyük Yazdüşü Kütüphanesinin hatta dünyanın geleceği artık onların elindedir" 

Gerçekten spoiler değil kitap tanıtımı böyle başlıyor. zaten kendini kısmen de olsa anlattı. Kitap puanlamayı sevmem o yüzden kendi yorumumu usulca bırakıp kaçacağım. 


 **Yorum Baloncuğum**

Uzun süredir fantastik okumamıştım ama seri okumayı da gözüm kesmiyordu açıkçası. Araştırırken bu kitaba denk geldim. "Tek kitap nasılsa en fazla sıkılırsam bırakır sonra bir ara tekrar dönerim" diyordum ki o da ne? Açlık çektiğim için mi yoksa konusu özellikle "kitap - kütüphane ve büyü" teması etrafında olduğu için mi bilinmez, 1.5 günde okuyup bitirdim ve çok sevdim. Sürükleyici olması, iç monologların fazla olmayışı, tam sakinliğe kavuştuk derken yeni bir olayın patlak vermesi ile beni çok etkiledi. 

Bir Ege Road Trip Sezon Dışısı

 Geçtiğimiz Eylül' ün ortalarında ne zamandır planladığımız şu road tripi bir yapalım dedik. Etraf sessiz, oteller ucuz olur kafa dinleriz gezeriz diye yola koyulmaya karar verdik. Tabi ben son dakikaya kadar Savaş ya da Kaç' ın Kaç penceresinde sallandım durdum. Sen aylarca hayalini kur sonra beynin oyun oynasın yok ya. Toparladık eşyaları, arka koltuğu çarşamba pazarına çevirdik. Yanına da iliştiriverdiler beni eşantiyon gibi. 

Bezin istasyonu aesthetic

Böyle benzin istasyonları valla bana estetik geliyor. Normalde doğaya tabi kullanırım bu kelimeyi ama efendime söyleyeyim bir liminal spacelik olsun, hiçliğin ortası olsun. İlgimi çekiyor böyle sessiz yerler.  Kahveleri, çubukları falan doldurduk arabaya çıktık yola. Tabi ben kendi flashımı kendim doldurdum darladıkça darladım milleti şunu dinleyelim bunu dinleyelim yine. (Sıkıldım deep house ve elektronik dinlemekten napayım. Bastım Küba müzikleri, 2000'ler yabancı, 80'ler disco ve türkü falan. tam bir kültür karmaşası.) Gün ışıyana kadar kendime gelemedim tabi.

B12 Mi Eksikliği?

 

  Evet evet galiba aylar sonra geri dönmüş bulunuyorum ama güç bela. Bir insan şifresini unutur tamam anlıyorum da gmail adresini ve blog adını unutmak nedir arkadaş? Küçük bir sebep görüyorum tabi. Eski telefonum kırıldı. Koştur koştur gittim ekran yaptırdım. Güzel abilerimiz işlerinde mükemmel oldukları için içinden geçmişler telefonun tabi. Baktım kenarlardan ışık sızıyor, çift basıyor, maile giriyorum instagrama atıp keşfette millete beğeni gönderiyor (ciddiyim bu arada keşke bir hayaletim olsa da konuyu metafizikten hop buralara bağlayabilsem).. Dedim bu telefon değişecek. Masaüstü bilgisayara geçince laptop boşta kalmıştı onu satıp üstüne yeni telefon aldım.

Eski telefonu da ekran bozuk falan kenara ayırdıydım. Allahım bir şeyi formatlamak ve yeni bir yere geçiş yapmak için yüzlerce uygulama + mail yüklemek çileymiş (derdini öpeyim baloncu). Hallettim bir şekil. Bazı veriler eksik transfer edildi ve anca bulabildim blogun adresini falan. 

Arkadaş nolur bana Nokia 3310'u 5100'ı geri verin. Takoz istiyorum takoz. Balkondan birkaç kat düşünce "Hellö hala hayattayım" diyen bir teknoloji istiyorum ama Whatsapp yok :( Aile içi iletişim ve iş mevzularında iyi oluyor. Yemin ederim tuşlu Blackberry' ler vardı ya hatırlarsın. Bizim sınıfın zenginleri kullanırdı onları. (Şöyle bir geri dönüp bakınca, sosyal bir sınıfı temsil etmediğini gördüm gerçi) alıp kurtulacağım o olacak en sonunda.

Bu arada Samsung' a geçtim kamerası olaymış cidden. Arada bir tane de Ege road trip patlatmıştık tüm fotoğrafları yeni telefonla çektim (grubun Şikşakı yaptılar beni ama bu iyi bir şey) Onunla ilgili de bir yazı atacağım arşiv bende olduğu için. Sezon dışı Ege de tadından yenmiyormuş ayan beyan görmüş olduk mis gibi. Zaten sonbahar ve kış insanı olduğum için pek bir güzel besledi nostaljik zihnimi.

 Aa bu arada fiziksel kitap okumaya da geri döndüm (kindle da bir yere kadar. Kendisi faydalı ama ben romantik bir insanım fiziksel kitap elleme ihtiyacı duyuyorum mıncıklıyorum, kitaplıktaki duruşlarına bakıp 'vay anasını' diyorum. 4 saat kitaplık temizledim gibi aylardan sonra resmen dile geldi sıpalar)

Çok gevezelik ettim ama valla heyecandan. Kayıp ikizimi bulmuş gibiyim. Şöyle hobarey içimi dökeyim istedim.


Seviliyorsun :* :*