Gündemde onca şey varken hala aklımın bir köşesi, anksiyetelerle yoğurulmuş yeni bir meslek arayışı içerisinde. Hiçbir şeye güvenmemek gerektiğini tekrardan anladım özellikle dijital alemde. Antik Yunana ışınlasalar bizi de oturup heykel, resim ve felsefe üçgeninde hayatımızı geçirsek diye düşünmüyor değilim hani. Oldum olası geçmişe tutunmaya çalışan bir insan olarak şu anıma bakıyorum. Bakıyorum ve görmezden geliyorum. Yahu arkadaş bu nasıl bir hız! Yoruldum yoruluyorum. Sürekli sağdan soldan çıkan pop-up reklamlar, vahşete beş kala haber başlıkları ve içerikleri, dışa dönük olmaya zorlayan aralıksız uyaranlar, küçük şehir bunaltmacaları, büyük şehir pahalılığı. Sıkışmış gibi hissediyorum. Daha doğru aidiyetsiz gibi.
Konuştuğum insanlardan da sık duyuyorum bunu. Aidiyetsiz hissetmek. Yersiz, yurtsuz. Bir nenenin köy evine ihtiyacımız var sanırım diye düşünürken şu geliyor aklıma. Yeni anılar inşa edilir edilmesine de geçmişten kopup gelen ruhu ne yapacüğük? Binlerce hatta milyonlarca yıldır yavaş akan zaman bir anda nasıl da hızlandı böyle? Teknolojinin gelişmesinin faydalarını yabana atacak değilim ama savaş ya da kaç taktiğinin çalışmadığı her an, bana çılgınlık gibi geliyor. Kara sabana öküz koşalım demiyorum da her şeyin bir yavaşlığı ve sindirme süresi olmalı.. Zira yetişemiyorum.
Hele içe dönük bir tipsen yandın. Çocukluğumdan beri "ne kadar da yabani, bu da kendini bir şey sanıyor, sohbete niye katılmıyor ki, kendini beğenmiş küstah" cümlelerini duya duya farkında olmadan kişiliğimi tersine çevirmiş olduğumu fark ettim. Yahu arkadaş ben mecbur muyum sizin el alemin dedikodusunu ipe dizip dinlemeye. Zihnimi neden böyle şeylerle doldurayım ki. Kitap okursun "ee okuyacan da nolacak boş işler bunlar". Müzik dinlersin "bu ne kız böyle satanist mi olacan başımıza". Çıkar gezer tozarsın "bu da amma sürtüyor sağda solda" vs vs.. (Devamını söylemeye dilim varmıyo ağzımda klavyeyle yazıyorum şunları rambo gibi.) Tabi bu "etrafın lakırdılarını" bırakalı 10 sene kadar olacak ama zihnimdeki toplum baskısını silip atmak ve karşı argümanlar üretmek yıldırdı.
Bir sürü erkek kuzenim var onlara hiç böyle söylendiğini duymadım. Demek mevzu taş..k meselesi. O olunca kimse laf etmiyo bak. Ee ergen aklıyla bunları göre göre "erkek gibi kız" desinler diye, kişiliğimden ilk ödün vermelere o dönem başlamışım. Abuk sabuk konuşmalar, höt höt olmalar. Bazen bile isteye yanlarında küfür etmeler. Yeter ki bana ilişmesinler. Oysa ben küfürden hoşlanmam ama çevredeki zeka seviyesi düşük olunca, ince ince laf sokmalar çalışmıyor.
"Bizim akrabaların bug' ını buldum" derdim hep. Baktın surat astığını düşünüp üstüne geliyorlar (halbuki muhabbetleri bok gibi) Her şeyle ama her şeyle dalga geçmeye başladım. Bir şeyler söylemeye başladıklarında deli deli sırıtıp "Amaaan boşversene gız deliyim ben zaten" diye tiz perdeden kahkaha atarak laf sokmaya başladım. Yüzlerindeki ifade hoşuma gitti. Tam bozulacak, kaşları hafiften çatılırken benim güldüğümü görünce istemsiz sırıtıyorlar. Bunlar yüzünden sense of humor'um bozuldu. Her şeyin dalgasını geçmeye başladım. Ciddi olmam gereken yerde daha da bir bozuluyo. Bi tamirci falan önerin bana durduramıyorum kendimi.... Diğer bir bug da; laf soktuklarında anlamazdan gelmekti. "Ay anlamadım kafam dalgın tekrarlar mısın diye 2 - 3 kere kurdukları cümleleri tekrarlatmak, vitaminin değerinin kaybolmasına sebep oluyordu. O gün bugündür elleşmezler hiç bene.
İnsanoğlu çok garip. İletişim kurmak için taktik geliştirmek de benim için çok acı. Tamam lafımı esirgemedim hiçbir yerde. Ne kurumsalda ne esnaflıkta ne de insanlarla iç içe olunan işlerde. Ama tutunamadım da aralarında. Böyle olunca da "üç kuruşa tamah etmeler" çıktı ortaya ister istemez. Zekası bir hayli aşağılarda seyreden müsveddelerin, karşısında çocuk varmış gibi böbürlenip aşağılamaya çalışması beni çok sinirlendiriyor. Ergenliğimde ekstra ekstra sinirlendiriyordu. İşin kötüsü aşırı öfkeli olduğum zaman ağlıyorum. Salya sümük bir şeye dönüşüyorum. Tüm bu buhranları içimden atmak için de yazıyorum, çiziyorum kendimi, oyunlara veriyorum falan.
Hiçbir şey yapmama eylemsizliğim devam ederken kendimde yeni yeni düşünce akışları keşfetmeye başladım. İçsel bir yolculuğun kapısını aralayıp bir arkadaşa bakıp çıkacaktım edasındayım şu sıralar. Demek hala hiçbir şey yapmıyor değilim. Belki gerçekte hiçbir şey yapmamak diye bir şey de yoktur.
Bilemedim..
Biz zannediyoruz ki ayakta kalmak için yemek yemek, su içmek ve nefes almak gerekiyor. Oysa ayakta kalmak için çevremize karşı kalkanlar geliştirmeyi de yaşamsal yasalar arasına lazım bence. Çünkü sizin verdiğiniz örnekler gibi savunma-saldırı yöntemleri geliştirmek zekâ gerektiren, insan hayatına çok önemli ama önemi anlaşılmayan yetenekler... Bu arada anlamazdan gelip karşındakine tekrarlatmak gerçekten de çok hoş bir yönteme benziyor :)
YanıtlaSilValla ağzınıza sağlık gerçekten öyle. Doğada avlanmak gibi sırtımızda göğsümüzde sürekli bir kalkanla dolaşmak da yemek içmek kadar doğala dönmüş ya da hep vardı ben yeni vardım farkına. Ayy anlamazdan gelmek şahane çalıştı bende denenebilir :))
SilBu donemden ben de hic hosnut degilim maalesef :) Sarmiyor yahu, aradigimiz derinlige de uzun zamandir ulasilamiyor zaten. Varsa yoksa sig hemen her şey, tuketim, hiz, bagimliliklar cagi. Her seyi oldu bittiye getirmece. Mesai doldurmaya calisan memurlara donduk.
YanıtlaSilHem her şeyimiz vardı hem de hiçbir şeyimiz yoktu gibi bir şey bu hakikaten. Charles Dickens ne büyük adammış.
Bu noktada hiçbir şey yaparak protesto etmeliyiz belki de bu yuzyili :)
Cidden doğru söylemiş bohemian bir kafayla hiçbir şey yapmadan zamanın hızını protesto etmek bir nebze içimi rahatlattı vicdan azabının da sebebi bu hız çağı yüzünden oluşmuş ya yıllarca anca ayırdına varıyorum :) agzınıza saglık guzel yorumunuz ıcın tesekkur edıyorum
SilBeautiful post
YanıtlaSilThank you :)
Silyaniii arada bir dünyayı durdurmak lazııım :) zen felsefesi :)
YanıtlaSilkesinlikle azcık meditasyon yapacak sabrım olsa yemin ederim kendimi yeşile boyayacagım o derece bir yılmışlık ^_^
Sil