İşsizlik ve Özgüven Üzerine Karalamalar

İşsizlik derken kastettiğim şey, toplum yargılarına kurban giden tabiriyle yer alıyor burada aslında. Bedenen çalışmadığın işleri işten saymayan, freelancer olarak kat ettiğin yolculuğun hiçbir şey ifade etmediği ya da tam tersi yanlış anlaşılmalara maruz kaldığı bir çağdan herkese selamlar.


Daha yeni denk geldim işte. İsmi lazım değil bir akraba " Ee senin çalışmaya gönlün yok, aksi halde bir mağazaya falan girer çalışırdın" dedi. Haydaa. Bu nereden çıktı şimdi. Zaten yıllarca yaptım o işleri ben. Satışta da bulundum müşteri hizmetlerinde de. Ama yaş 30ları geçince ve üzerinize afiyet psikolojik rahatsızlıklarım artık bedenimi de zorlamaya başlayınca bırakmak zorunda kaldım. (promosyon olarak boyun fıtığını da ekleyeyim mi? Ekledim gitti)

Üniversiteden ilk mezun olduğumda alanımda çok iş aradım. Biz size döneriz klişelerini dibine kadar ekmekle sıyırmış bir insan olarak şunu söylemeyi kendimde hak görüyorum " Yahu sizin derdiniz ne be? İdealistlikse idealistlik. Yüksek lisanstan vazgeçirdiniz beni yok o kadar nitelikle iş hayatına adapte olmak zormuş da bilmem ne"

Hayır onu geçtim tipine şöyle bir bakıp göz süzen ve ağzını yayarak konuşanlardan bahsetmiyorum bile bu saha içerisinde. Dedim ya freelancerım diye millet de sanıyo ki paraları götürüyoruz. Hayır arkadaşlar toplaşın gerçeği açıklıyorum. Götüremiyoruz. Mavi yakadan beter halimiz (mavi yakalı olarak da özgeçmişime tik atmışlığım var) Diyeceksin ki sen de her çiçekten bal almışsın. Mecbuuuur böyük şehirde yaşamıyorum ki gurban olduğum.

Peki tüm bu anlattıklarımın ne alakası var özgüvenle diyecek olursan "Olma mı yeğenim gel de anlatayım" diye yeni boyanmış banka oturtup iki muhabbetin belini kırmaya davet ediyorum. 

Mezuniyetin ne olursa olsun, kim olursan ol eğer zorlu bir geçmişin ve aile yaşantın varsa hayat sana 1-0 skoru çoktan çiziktirmiştir. Hayır hayır kaderci bir yerden bakmıyorum olaya. Bazı insanlara gümüş tepside sunulan şeyler için, senin gece gündüz yırtınman gerekebiliyor. Bu demek değildir ki aristokrat ailenin çocuğu aristokrat, çiftçi ailenin çocuğu çiftçi kalır. Hayır. Fakat bizim gibi gelişmekte olan ve gençler açısından baktığımızda can yakan bir yerde zihni sağaltmak ve kafayı güçlü tutmak ekstra zor. Kendi küçük çevremden bakmıyorum olaya. Çok fazla insan tanıdım çok fazla iş yaptım piyasada. Hala daha yapıyorum ama artık o kadar yorgunum ki, bir gençlik borcu ödemesine ihtiyacım var.

Özgüven açısından inşa etmeye çalıştığın benliğini, iq'su ayakkabı numarasından daha küçük olan bazı insancıklara yedirtme diye diyorum. 30 yaşına kadar öğrendiğim pek çok yanlış şeyi, 30 yaşımdan sonra yıkmaya çalışan ben söylüyorum bunu. Evet. " Acaba neyimi beğenmediler demek sorun bende " diyerek çok döndüm eve gözüm yaşlı. Bir noktadan sonra sen de görüyorsun önceden saygı bile gösterilmeyen bazı insanların altlarına bilmem kaçıncı mercedeslerini çektiklerini.. Sorun sende değil işte. Sorun bizde değil. Biraz paylaşımcı olmak lazım. Hepimiz eşit şartlarda doğmuş olsaydık, tüm bu ekonomi ve dünya düzeninden azade bir noktada ütopik yaşamlar sergiliyor olsaydık, dediklerinde haklı olabilirlerdi. Ama değiller. Biz Yaşar Ustalar haklıyız artık..

Hem ne demiş Alain de Botton - Statü Endişesi kitabında:

"Başarısızlığımızın, etrafımızdaki insanlar tarafından sert ve acımasızca eleştirileceği ve yorumlanacağı bilinci olmasaydı, yaşamda başarısız olma korkusu şimdi olduğu kadar yakıcı bir korku olmazdı. Başarısızlığın maddi sonuçlarından duyulan korkunun üzerine, dünyanın başarızlığa olan ters yaklaşımından duyulan korku eklenir; ne de olsa dünya, başarısızlığa uğramış kişilere "loser" gözüyle bakmak konusunda pek bir heveslidir. Kaybeden sözcüğü dünyanın sempatisini kazanma şansını kaybetmiş insanları da ifade eder"

Burada kastedilen başarısızlık o başarısızlık değil. Ki sanayi devrimi sonrası bir dönemin batısında, resim ve edebiyat ile ilgili yapılan eleştirileri okudum. Aklım şaştı nasıl bu kadar küçümsenebilir diye. Bohemian düşünce tarzı ve hareketi sağ olsun biraz kırmış sayılır. Bütüncül metin okuması yapmak lazım bir yerde ki onun da analizini paylaşacağım en kısa zamanda.. 

Öyle bir iç dökmeler işte. Görüşürüz sonra ocakta yemeğim var (literally)

İnceden Bir 'Gamer' Dramı


 Kulağımda bir Glass Beams şarkısıyla nostaljik hislerimi tetikleyip gün yüzüne çıkarmaya çalışırken buldum kendimi. Ben ki kronik depresyon, anksiyete ve okb hastası olarak kaybettiğim aidiyetleri yakalamaya çalışıyorum son 5 senedir falan. Yani pandemi hepten içinden geçti de o dönemi hatırlamak istemiyorum. Ya da dur dur dalayım inceden. Hali hazırda sosyal-içe dönük bir tip olduğum için pek etkilenmedim diyebilirim. Gömdüm kendimi bilgisayar oyunlarına. (Kalk kız soğan doğra edasında kimisi için boş görünen bu aktivite, benim için müthiş bir odaklanma sorunu çözen sihir oldu. Hala öyle gerçi) Gamerlık geçmişim eve ilk bilgisayarın girdiği lise yıllarına dayanıyor da konumuz bu değil.

 Ara ara zihnimde bazı şimşekler çakıyor anlık huzur gibi. Bir yere aitim ama bulamıyorum. Çok küçük anlar bunlar. Gül ve sabun kokusu, ağaçlar, bulutlara bakarak meditatif ruh haline bürünme, nostaljik oyuncaklar, şekerlemeler.. Dedim ya saniyelik çakıyor kayboluyor hala arıyorum asıl tutkumun ne olduğunu. Ee işin bir de ekonomik boyutu da var. Öylece dururken bile vicdan azabı çekiyor insan. Nispeten küçük bir şehirde yaşıyorsan hayat daha da zor tabi (iş konusunda) 

Kendimi idame ettirecek seviyeye bir çıkıyorum bir düşüyorum iyice ambale oldu kafam. Bir noktada dayanamadım ve "tamam ulan hiçbir şey yapmadan öylece dur bakalım nereye kadar duracaksın" dedim. Okuduğum meydan hala devam ediyor ve en sonunda buradayım. Kendime yarattığım bu korunaklı dünyayı seviyorum (sevmeyip de ne yapacağım) Şeytan diyo ticarete atıl al bir bakkal, otur işlet. Aç kitabını oku boş vakitlerinde. (there is no more Sermaye in here)

Şu dinlediğim şarkıyı da bırakıp kaçayım artık. Düşüncelerimi toplayamıyorum. Bir iki el oyun atayım da kendime geleyim


Ay bu arada hava serinledi yağmur yağmaya başladı aklım yerine geldi. İhtiyacım olan şey soğukmuş. İzlanda'ya taşınmak isteyenler bana bir mama bulabilir mi oralardan? Teşekkürler

Kitap Diye Nicesine

 


Dikkat dikkat sayın seyirciler. Bu post reklam değildir! Bizzat danaya girer gibi 9 taksitle e-kitap okuyucuya girdiğimin fotisidir.  

Şimdi tabi ki artan maliyetler, ekonomi, pahalılıktan yakınıp canımızı sıkacağım. Beni kredi kartlarına mahkum edenler utansın. Bayılırım kitapları mıncırmaya, gosgocaman kütüphane oluşturmaya falan. Te şuracıkta arkamda duruyor kitaplığım ama bir sorun var. Anam o fiyatlar ne öyle. Tamam yakalıyoruz kampanyadan şuradan buradan indirimlileri ama olan var olmayan var. Baktım en sonunda olduramadım bir şeyler, dedim ben alayım şuncağızı da yanı başımda dursun. Hayır bir de gidip para vererek aldığım fiziksel kitabı beğenmediğim zaman vicdanım sızlıyor. 

Koskoca bir reading slump döneminden çıkışımı Lanetlilerin Krallığı serisini almıştım (fiziksel) ona borçluyum biraz. Sonrasında dedim benim canım biraz sosyal bilimler ve psikoloji konusunda da uçmak istiyor yürüdüm gittim bu yoldan.. 4 günde 4 kitap bitirdim. Benim için iyi performans (opsiyonel) Efendim neler okudum bu arada:

Fakat Müzeyyen Bu Derin Bir Tutku - İlhami Algör 

Aslında Cennet de Yok - Kerem Işık

Botter Apartmanı - Ayşe Övür

Nohut Oda - Melisa Kesmez

Şu anda da Alain de Botton - Statü Endişesi okuyorum. Şimdi işin içine sosyal bilimler diye girdim ama roman ve öykü okuyup çıkmışım. (görmezden gelirsen öpüp başıma koyarım )

Öyle yani. Biraz konuşasım geldi. Okuduklarımın yorumlarını da yaparım ara ara (üşengeç bir insanım)

Sağlıcakla kal, öğlen 12 - 3 arası güneşe çıkma (yanarsın guzum yanma)


Kim Ki Bu


 Merhaba. 

Çat diye blog alemine giriş yapan, kafası karışık, ruhu sıkışık bir çift el yazıyor bu dizeleri sizlere. Biraz fazla romantik göründü farkındayım ama olsun. Hayatı romantize etmek ve nostaljik hale getirmek tam olarak benim boynumun borcu (boynum biraz uzun, çenem geride, aklım bir karış havada ama neyse konumuz bu değil)

Buraya tam olarak kendi fikir balonlarımı atmaya geldim. Yeri gelir beraber patlatırız yeri gelir beraber parlatırız ışıl ışıl. Nasıl istersen. Aranızda bana da yer değil mi?